Yurtdışında Verilen Boşanma Kararı
Boşanma, eşler hayattayken kanunda öngörülmüş bir sebebe dayanarak eşlerden birinin açacağı dava sonucunda, geçerli olarak kurulmuş evlilik birliğinin hâkim kararı ile sona erdirilmesidir. Yurt dışında verilen boşanma kararlarının kesinleşmesi Türkiye’de kendiliğinden hüküm doğurmaz, yani kişinin medeni hali evli ise öyle kalmaya devam eder. Kararın geçerli olabilmesi için tarafların boşanma kararının niteliğine göre tanıma veya tenfiz davası açmaları gerekir. Görevli mahkeme Aile Mahkemeleridir. Ancak tarafların, tanıma veya tenfiz davalarının uzun sürmesi sonucu hak kaybına uğrayabilecekleri göz önünde bulundurularak geçtiğimiz yıllarda yeni bir düzenleme getirilmiştir. 08.02.2018 tarihli düzenleme ile Nüfus Hizmetleri Kanunu’na eklenen 27/A madde uyarınca, yurt dışında alınmış olan boşanma kararlarının, tanıma veya tenfiz davaları açılmadan Türkiye’de nüfus müdürlüklerince, nüfus kütüğüne tescili ile geçerli hale gelebilmesine olanak tanınmıştır.
Milletlerarası Derdestlik
Yurtdışında açılan boşanma davasının sonucu kesinleşmeden Türkiye’de tarafların yeni bir boşanma davası açıp açamayacağı konusunda çeşitli görüşler öne sürülmektedir. Türk usul hukukunu düzenleyen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (“HMK”) 114. maddesi uyarınca bir davanın görülebilmesi için konusu, tarafları ve hukuki sebebi aynı olan başka bir davanın daha önce açılmamış olması ve ek olarak aynı dava hakkında daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması gerekir. Tarafları ya da konusu bakımında mevcutta açılan ve görülmekte olan bir davanın herhangi bir mahkemede yeniden açılması derdest dava olarak ifade edilir. Derdestlik itirazı ise; konusu ya da tarafları dahilinde halihazırda açılmış bulunan ve görülmeye devam edilen bir davanın herhangi bir mahkemede bir ikinci kez açılmasına karşı yapılan itirazı ifade eder. Yurtdışında bir mahkemede açılmış olan davanın yurtiçinde derdestlik itirazına konu olması veya hakim tarafından re’sen gözetilerek HMK 114. maddesinde öngörülen olumsuz dava şartı niteliği gösterip göstermeyeceği hususu tartışmalıdır. Bu konuda Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Kanunu (“MÖHUK”) 41. maddesinde özel düzenleme bulunmaktadır. Türk vatandaşlarının kişi hâllerine ilişkin davaları, yabancı ülke mahkemelerinde açılmadığı veya açılamadığı takdirde Türkiye’de yer itibariyle yetkili mahkemede, bulunmaması hâlinde ilgilinin sâkin olduğu yer, Türkiye’de sâkin değilse Türkiye’deki son yerleşim yeri mahkemesinde, o da bulunmadığı takdirde Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinde görüleceği ilgili maddede belirtilmiştir. Bu itibarla kişinin evli, boşanmış, küçük veya ergin, vesayet altında, sahih veya gayri sahih nesepli olması, ehliyet durumu, gaipliği veya hısımlık ilişkileri kişi halleri ile ilgili bulunmaktadır. Öyleyse Türk vatandaşlarını ilgilendiren ve yabancılık unsuru ihtiva eden evlenmenin butlanı, boşanma ve ayrılık davaları, soybağının reddi davaları ile vasi atanması gibi kararlar MÖHUK’un 41. maddesinin uygulama alanına girmektedir.
Maddenin belirtilen diğer bir şartı kişi hallerine ilişkin davanın maddede sözü edilen Türk mahkemelerinde görülebilmesi için, davanın yabancı ülke mahkemesinde açılmamış veya açılamamış olmasıdır. MÖHUK’un 41. Maddesinde düzenlenen hüküm, öğretide genellikle milletlerarası derdestliğin nazara alındığı bir hal olarak yorumlanmasına yol açmaktadır. Türk medeni usul hukuku ve milletlerarası usul hukuku sisteminde milletlerarası derdestlik kural olarak dikkate alınmamaktadır. Aslında bu durum yargı hakkının devletin egemenliğinin bir tezahürü olması ile açıklanabilir. Yargılama faaliyetinde devletin mahkemeleri ancak o devletin ülkesinde yargılama yapabilir ve dolayısıyla yabancı mahkemeler de o devletin ülkesinde yargılama faaliyeti gösteremez. Türkiye’de yargı hakkı münhasıran Türk mahkemelerine aittir. Türk mahkemeleri, yabancı ülkelerde faaliyette bulunamayacağı gibi, yabancı mahkemeler de Türkiye’de faaliyet gösteremezler. Aksi durum ise ancak devletin kendi kabulüyle mümkün olup devlet tarafından hukuken açık şekilde uygun bulunmuş olması gerekir. Milletlerarası derdestliğin Türk mahkemelerinde yürütülen yargılama faaliyetleri üzerindeki etkisi bakımından da aynı durum geçerli olmalıdır. Buradan hareketle Türk mahkemesine müracaat hak ve imkânının milletlerarası derdestlik sebebine dayanılarak bertarafı ancak Türk hukukunda sarih bir hüküm bulunması veya Türkiye’nin akdetmiş olduğu bir milletlerarası anlaşmanın varlığına bağlıdır. Söz konusu istisnalara MÖHUK’un 41. maddesi ile Evlilik Bağına İlişkin Kararların Tanınması Hakkında Sözleşme örnek olarak verilebilir. Bu istisnai düzenlemeler milletlerarası derdestliğin Türk hukukunda kural olarak nazara alınmayacağını açık olarak ortaya koymaktadır. Türklerin kişi hallerine ilişkin davalar, yetki sözleşmesi ile yabancı mahkemenin yetkilendirildiği haller ve Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası sözleşmeler çerçevesinde yetkili mahkemelerin belirlendiği hallerde yabancı derdestliğin nazara alınacağı kabul edilmektedir.
MÖHUK’un 41. maddesinde Türk mahkemelerinin yetkisi “yabancı ülke mahkemelerinde dava açıl(a)mamış olması” şartına tâbi kılınmıştır. Bu durumda Türk mahkemelerinin milletlerarası yargılama yetkisinin mevcudiyeti, milletlerarası derdestliğin yokluğuna bağlıdır. Dolayısıyla milletlerarası derdestlik ve milletlerarası yetki kavramlarının iç içe geçmiş olduğu görülmektedir. Öğretide maddenin bu yönünün isabetsizliğine dair eleştiriler bulunmaktadır. Türklerin kişi hallerine ilişkin davalarda kabul edilen özel yetki kuralı, Türk mahkemelerinin münhasır yetkiye sahip olmadığı konusuna açıklık getirmek, yabancı mahkemelerde dava açılabilmesinin yolunu açmak üzere kabul edilmiştir. Davanın Türk mahkemelerinde görülebilmesinin yabancı ülke mahkemelerinde derdest bir dava bulunmaması şartına bağlı kılınmış olması, maddenin zikredilen amacını aşan bir niteliğe sahiptir. Bunun nedenlerinden bahsetmek gerekirse öncelikle kararın tanıma veya tenfizine kadar tarafların hak kaybına uğrama ihtimali mevcuttur. Ayrıca yurtdışında verilen kararın kamu düzenine aykırı sonuçlar doğurabilmesi durumu da göz önüne alınırsa, tarafların Türk mahkemelerine müracaat hakkından yoksun kalması Türk vatandaşlarına sağlanmak istenilen hukuki korumaya gölge düşürecek mahiyettedir. Milletlerarası derdestliğin nazara alındığı diğer hallerde, yabancı bir mahkemeyi yetkilendiren bir yetki sözleşmesinin varlığı ile devletlerin üzerinde mutabık olarak tesis ettikleri milletlerarası anlaşmalarda, tarafların iradesi aranır. Diğer hallerde tarafların iradesinin bulunduğunu söylemek mümkün iken MÖHUK’un 41. maddesinde tarafların iradesine dayanan bir durumdan söz edilemez. Daha çok bir zorunluluk söz konusudur ve bu da düzenlemenin amacıyla bağdaşmayan bir durumdur. İsabetsiz görülen bir diğer konu, yurtdışındaki mahkeme esasen yetkisiz mahkeme iken davalı taraf itiraz etmediği için yetki kazanmış olabilir. Dolayısıyla tanıma veya tenfiz davasında yetkisizliğe yönelik yapılacak bir itiraz ile yurtdışında alınan kesin karar, Türk hukukunda kesin hüküm etkisinden yoksun olacaktır. Söz konusu durumda tarafın, yurt dışında dava açmış olması dolayısıyla, Türkiye’de mahkemeye başvuru yapma hakkına sınırlama getirilmesi adil yargılanma hakkının ihlali mahiyetindedir. Ayrıca Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayan yabancılar açısından yurtdışında dava açılmamış olması şartı aranmazken Türkiye’de yerleşim yeri bulunan Türklerin kişi hallerine ilişkin davaların yurt dışında dava açılmamış olması şartının bulunmasının makul bir açıklaması görülmemektedir.
Milletlerarası derdestliğin nazara alınması sebebiyle, aynı konuda aynı taraflar arasında bir davanın Türk mahkemelerinde görülmesine engel olan yabancı dava sonunda verilen kararın, ileride tanıma-tenfiz şartlarının yokluğu sebebiyle Türkiye’de hukukî bir etkiye sahip olması mümkün olmayabilir. Mevcut sorunun çözüme kavuşabilmesi, Türkiye’de yeni bir dava açılmasına olanak tanıyan açık bir düzenleme yapılmasına bağlıdır. İleride tanınması veya tenfizi mümkün olmayan yurtdışında verilmiş kesin kararların Türkiye’de yeni dava açılmasını engelleyen nitelikte olması tarafların zararına sonuçlar doğurabilecektir.
Yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre, milletlerarası derdestliğin nazara alınması konusunda farklı anlayışlardan hangisi benimsenirse benimsensin, MÖHUK’un 41. maddesinde düzenlenen Türk mahkemelerinde dava açılabilmesinin “davanın yabancı ülke mahkemesinde açılmamış veya açılamamış olması” şartına bağlanması yukarıda açıklanan gerekçelere göre isabetli bulunmamaktadır.
Bu konuda Yargıtay kararında da milletlerarası derdestliğin nazara alınmaması gerektiği yönünde ifadeler mevcuttur. “Yabancı mahkemede görülmekte olan bir boşanma davasının, Türkiye’de açılmış bir davada derdestliğe esas alınabilmesi, ancak davanın görüldüğü devletin ve Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası bir anlaşma ile mahkemelerin yetkisinin düzenlemiş olması halinde mümkün olabilir. Aksi halde, yabancı mahkemede görülmekte olan bir davayı Türkiye’deki davada derdestlikte nazara almak, yabancı mahkemenin yetkisini, ulusal sınırlar içinde kabul anlamına gelir ki, bu durum Devletin egemenlik haklarıyla bağdaşmaz. Bu bakımdan, yabancı mahkemedeki dava, “aynı dava” olsa bile, Türkiye’deki davada derdestliğe esas alınamaz.”. Görüldüğü üzere Yargıtay mahkemeye erişim hakkının kullanılmasına yönelik adil yargılanma hakkını öne alan bir tutumla değerlendirmede bulunmuştur.
SONUÇ
Boşanma, kişi hallerine ilişkin statüsel değişiklik ihtiva eden evliliğin sona ermesi halidir. Bu konuda yabancılık unsuru bulunduran durumlarda Türkiye’de dava açılabileceği gibi yurt dışında da dava açılabilir. Tarafları, konusu ve hukuki sebebi aynı olan ve devam eden bir dava varken yeni bir dava ikame edildiğinde derdestlik itirazı gündeme gelebilir. Türk usul hukukunda milletlerarası derdestlik kural olarak dikkate alınmaz. MÖHUK 41 ve 47. maddeleri ile devletlerin üzerinde mutabık olduğu milletlerarası sözleşmeler istisnai olarak milletlerarası derdestliğin nazara alındığı hallerdir. Türklerin kişi hallerine ilişkin konularda yurtdışında dava açılması, Türk mahkemelerine müracaat hakkının sınırlandırılması nedeniyle vatandaşların hak kaybına uğramasına neden olabilir. MÖHUK 41. maddesindeki düzenlemenin isabetsiz ve asıl amacının sınırlarını aşan nitelikte olduğu aşikardır. Yargıtay kararlarına bakıldığında da yukarıda açıklanan görüşlerle paralel şekilde, mahkemeye başvuru hakkını ve devletin yürüttüğü yargılama faaliyetini destekleyen bir tutumla hareket ettiği bu nedenle milletlerarası derdestliği istisnai hallerde uygulama eğiliminde olduğu görülmektedir. Adil yargılanma hakkının, yalnızca usul ekonomisi düşünülerek ihlal edilmemesi gerekmektedir.
Soru ve önerileriniz için ulaşabilirsiniz.
Celik & Atci Attorney Partnership